Deniz Ülkütekin şunu yazdı: Zamanın parçalanmış hafızası


Zamanı sadece günlük hayatımızı düzenleyen bir ölçü birimi olarak düşünmek artık mümkün değil. Bugün, geçmiştedevamlı“” olarak görülen her kavram gibi zaman da sorgulanır hale geldi.

Bunu yaratıcı içeriklerde daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Sinema, edebiyat ve çağdaş sanat üretimleri, zamanı sorgulayan, kronolojik anlatımı baştan sona tersine çeviren zengin içeriklere sahiptir.

Sosyal medyanın hayatımıza etkisi göz ardı edilemez. Bir sosyal medya akışında geçmiş, şimdiki ve gelecekteki içerik aynı anda ancak karmaşık bir düzende görünür. Modern birey artık tarih boyunca ilerleme duygusuna sahip değil, aynı olayları döngüsel olarak yeniden yaşıyor gibi bir duyguya sahip.

Arkeoloji de bu duyguyu destekliyor. Göbeklitepe gibi buluntular, geleneksel olarak İsa'ya dayanarak oluşturulan tarih planına eklendikçe, tarihsel zaman algısı da tartışmalı hale geliyor.

Üstelik pandemi dönemiyle birlikte neredeyse tüm dünya, zamanın donduğu, uzayın daraldığı bir dönem yaşadı. Bu durum bizi zamanı fiziksel bir gerçeklikten ziyade psikolojik bir deneyim olarak algılamaya yöneltmiştir. “Ne kadar sürdü?” Soru da anlamsızlaştı.

Bergson'un”süre”ve zamanı ölçülebilir bir akış olarak değil, bilinçteki kesintisiz bir deneyim olarak tanımlaması bugün yeniden keşfediliyor.

Özetle: Zamanın kırılması aslında yaşlanmanın kırılmasıdır. Kitlelerin ruh hallerini daha iyi algılayıp ortaya çıkarabilen sanatsal yaratım da doğal olarak bundan beslenir.

'ŞİMDİ'DE TUTUZLAŞMAK

Ancak bununla beslenen yalnızca sanatsal yaratım süreçleri değildir. Zaman algısındaki değişim siyaset kurumu açısından da önemli bir göstergedir.

Günümüzde küresel yönetimler “büyük tarih anlatıları” kurmak yerine, sürekli krizler üreterek toplumsal hafızayı bozuyor. Her kriz bir öncekine eklenmeden unutuluyor: Savaş, salgın, ekonomik çöküş, yeni bir teknolojik şok…

Kalıcı bir aciliyet duygusu kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla bireyler ve toplumlar “şimdi” gündeminin tutsağıdır. Bu, geleceğe dair hayal gücünün kaybolması anlamına geliyor ve bunun sonucunda siyaset, kriz yönetimi estetiğine dönüşüyor.

Bu tablo aslında yeni değil. Neoliberal ekonomi politikaları geçmişi nostaljiye, geleceği ise yatırım fırsatlarına indirgemektedir. Artık her şey “mevcut değer” ile ölçülüyor: eylemler, eğilimler, anlık tepkiler…

Kısacası Zygmunt BaumannBelirtildiği gibi hiçbir şeyin tam kökü yoktur; Kontrolden çıkmış gibi görünen akışkan bir hayatın içindeyiz.

ZAMANIN Sömürgeleştirilmesi

Bu noktada maddi “mal”ın değer kaybı başlıyor. Buna karşılık, “bulut madenciliği” kavramıyla nesneleştirilen yeni dijital ürünler değer kazanıyor.

Bu gelişmenin neoliberal anlamda yeni nesil sömürgeciliğin yolunu açtığını söyleyebiliriz. Analog dönemde uzay (dünya) sömürgeleştirildi; Şimdi zamanı kolonileştirmenin zamanı geldi.

Küresel sosyal medya platformları insanların sadece zamanını değil aynı zamanda dikkat sürelerini de ekonomik değere dönüştürüyor.

Shoshana Zuboff“Gözetim kapitalizmi” kavramında da açıklandığı gibi, insanların gelecekteki davranışlarına ilişkin tahminler artık algoritmalara dönüştürülerek satılıyor. Yani geleceğin bir meta haline geldiğini söyleyebiliriz.

Dolayısıyla metaya dönüşen her şey gibi “zaman” da artık bir iktidar aracıdır. Küresel ölçekte işlevselleşirken, yerelde iktidarı elinde bulunduranlar kendi “geçici anlatılarını” kuruyor.

Örnek vermek gerekirse; Batı ilerici zamana, Çin döngüselliğe, Rusya ise onarıcı zamana güveniyor. Bu hem kültürel hem de stratejik bir çatışma: Herkes kendi “gelecek versiyonunu” meşrulaştırmak istiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir